- Öncelikle, PETRA The Flooring Co. ile yollarınızın nasıl kesiştiğini öğrenmek isteriz.
2018 yılında PETRA The Flooring Co. 25. yaşını kutlamaya hazırlanırken bir etkinlik kimliğine ihtiyaç duyuyor ve Banu Binat PETRA’ya bu iş için beni öneriyor. Bu şekilde PETRA ile tanışıyoruz ve uzun yıllar devam edecek olan keyifli iş birliğimiz de bu iş ile başlamış oluyor.
- PETRA bu yıl 30. yılını kutlarken geçmiş yıl dönümlerini de hatırlıyoruz. Markanın 25. yıl kutlamalarındaki tüm hediye ve grafik tasarım materyallerinin tasarımı sizin imzanızı taşıyor. Kutlamanın tasarım konsepti nasıl ortaya çıktı? Bu kapsamda hangi çalışmalar hayata geçirildi?
Ben o zamanlar bir mimarlık ofisinde tam zamanlı olarak çalışıyordum. Bir yandan da mesai saatlerinden artırdığım neredeyse tüm vakitlerde grafik tasarıma yönelik işler yapıyordum. PETRA 25. Yıl Etkinlik Kimliği işi o zamana kadar yaptığım işler içinde en kapsamlı olanlardan biriydi ve beni çok heyecanlandırmıştı.
Çalışmaya markayı araştırarak başladım, web sitesindeki ürünleri inceledim. Bir tarafta da Binat Mimarlık Medya Grubu’nun PETRA için hazırladığı “Sağlıklı Zeminlerde Mutlu Adımlar” söylemi vardı. Birkaç alternatif denemesinden sonra marka kimliğine uygun sadelikte ama illüstratif ve eğlenceli bir yanı da olan farklı biçimlerde ayak izleri fikrinden devam etme kararı aldık. Ayak izlerinin çeşitliliği ürünlerin her ortam ve kullanıcıya göre çeşitlenme olasılığına vurgu yaparken renkler de dinamik bir etki bırakıyordu.
Tasarımlar çok beğenildi ve markayla bütünleşti. Mimar olarak grafik tasarım yapmanın kendine has gücünü fark etmeye başladığım dönemdi diyebilirim. İşi mimarlarla olan bir firmanın ihtiyaçlarını hızla anlayabilmek ve buna yönelik fikir üretebilmek çok hoşuma gitmişti.
- 2022 yılında PETRA ile tekrar bir araya gelerek mimarlık tarihinin en ünlü yapılarından ilhamla “ArchiMonsters” kupa serisini tasarladınız. Bu eğlenceli tasarımlar mimarlık dünyasında nasıl karşılık buldu?
Az önceki soruda değindiğim bir yerden devam edebilirim. Mimarlık arka planına sahip bir grafik tasarımcı/ illüstratör olarak oluşturduğum illüstrasyon serileri vardı. Bunları ticari amaçla değil, kendim için üretiyordum, hatta her sene bir seri üreterek takvim yapmak gibi bir pratik geliştirmiştim: 2019’da çizdiğim mimar portreleri, 2020’de Archimonsters, 2021’de Özlenen Normaller (pandemi etkisiyle) … (Bunları edcraftstudio Instagram sayfamızda paylaşıyorduk. Merak edenler bakabilirler.) Ben böyle üretime devam ederken PETRA ve Binat Mimarlık Medya Grubu, Archimonsters serisini PETRA için kurumsal hediyelik ürüne dönüştürme fikriyle geldi. Kendi kendime hayal dünyamda yarattığım sevimli canavarların pek çok mimarın masasına ulaşacağı fikri beni çok heyecanlandırdı ve memnun etti. 5 canavarı kupaların üzerine bastık ve her birini özenle paketledik. Herkes 5 canavarı tanıyor ama bütün seri aslında 11 canavardan oluşuyor.
Bir süre sonra Instagram üzerinden yapılan paylaşımlar ve etiketlenmelerle kupaların yolculuklarını izlemek, hatta mezun olduktan sonra neredeyse hiç görüşemediğim dönem arkadaşlarımdan bu kupaların fotoğraflarını içeren mesajlar almak çok keyifliydi.
PETRA ile bir diğer iş birliğimiz de “Özlenen Normaller” ile oldu. Özlenen Normaller benim 2021’de yaptığım sonrasında da takvime dönüştürdüğüm illüstrasyon projeme verdiğim isim. O dönem pandemi etkisiyle sürekli duyduğumuz bir “yeni normal” sözü vardı, içerisinde bulunduğumuz pandemi dönemini ve sonrasını bu kavram ile açıklamaya çalışıyorduk. Bu durum da beni eski normallerimizi daha çok düşünmeye itmişti. Hepimiz “eski”, “özlediğimiz” normallerin ne kadar da “normal”, sıradan şeyler olduğunu daha çok fark etmiştik. Çok kısa bir süre içinde okula gitmek; kantinde çay içmek; kafede oturmak; tiyatroya, sinemaya, maça gitmek; pazara, markete gitmek ve hatta sokaklarda sadece yürümek bile ulaşamadığımız, özlediğimiz bir şey haline gelmişti. Ben de tüm bu özlediklerimizi çizdim. Toplam 12 illüstrasyonda yüzlerce insan çizdim, çünkü en çok özlediğimiz şey birlikte olmaktı. Bunu bir takvim haline getirdik ve edcraftstudio’dan paylaştık, satışa sunduk. Çok sevildi, çok paylaşıldı. O birlikteliğe özlem duygusunun insanlara geçtiğini gördük ve bu bizi çok mutlu etti. Sonrasında PETRA bu takvimi kurumsal hediye olarak kullanmak istedi. Bu istekte tabii ki Binat Mimarlık Medya Grubu’ndan Banu Hanım’ın da vizyonu çok etkili oldu. Böyle bir dönemde, dünyadaki bütün insanları etkileyen bir durumun ortasındayken, Özlenen Normaller takvimini hediye etmesini PETRA’ya önermesi bence vizyon ve marka değeri açısından da çok önemli bir yerde duruyor. Bu takvim PETRA’ya özel kâğıt seçimiyle, PETRA logolu olarak yeniden üretildi ve mimarlara hediye edildi. Buradan da çok güzel dönüşler aldık, aradan 3 yıl geçmesine rağmen hala bu takvimi masasında tutan çok insan var.
- PETRA’nın uzun yıllardır büyük bir özenle sürdürdüğü marka kimliği çalışmaları ve tasarımcı iş birliklerini göz önünde bulundurduğunuzda markanın tasarıma ve tasarımcıya olan yaklaşımını nasıl değerlendirirsiniz?
İyi bir tasarımın her zaman iki taraflı olduğunu düşünüyorum. Tasarımı talep eden tarafın kendini iyi tanıması, ne istediğini doğru ifade etmesi ve tasarımcının bunu doğru anlaması iyi bir tasarımın olmazsa olmaz iki unsuru. PETRA ile bu anlamda çok iyi bir ilişki kurduk. Gerekli noktalarda doğru geri bildirimleri vermek ve sonrasında tasarımcıya güvenmek yönündeki yaklaşımlarını her zaman destekleyici ve tasarım konusunda özgürleştirici buluyorum.
- Kimlik tasarımı/kurumsal tasarım, grafik tasarım, yaratıcı fikir geliştirme konusunda mimar olmanın getirdiği avantajlar ya da dezavantajlar nelerdir?
İtiraf etmek gerekirse başlarda grafik tasarım bölümünde eğitim almış olmamak, mesleğin içinden gelmemek bana daha çok dezavantaj gibi görünüyordu. Lisans eğitiminde muhtemelen öğrenmiş olacağımı düşündüğüm pek çok şeyi kendi kendime deneyerek öğrenmem gerekmesi bana çoğu zaman fazladan sarf edilen bir emek ve vakit kaybı gibi geliyordu, fakat zaman geçtikçe bu durumun özgün bakış açıları geliştirmekte çok avantajlı olabileceğini kavradım.
Aslında mimarlık eğitiminin de hedeflediği şey bir problemle karşı karşıya kalındığında onu anlayabilme, tarifleyebilme ve uygulanabilir çözümler üretebilme becerisini kazandırmaktı. Ölçek ve konu ne kadar değişken olursa olsun özünde tasarım yapabilme becerisini kazandıran şeyin bu bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Mimarlıkta “bağlam” olarak tariflediğimiz şey de tam olarak bu.
Ayrıca bu mimarlık arka planıyla grafik tasarım yapma durumu, disiplinlerin kesiştiği gri alanlarda çalışabilme konusunda da bize çok avantaj sağlıyor. Örneğin bir sergi tasarımı yaparken mekânı iki boyutlu çizimler üzerinden 3 boyutlu olarak algılayabilmek, buna göre tasarım yapmak, mimari projenin konseptini doğru özümseyebilmek ve bu noktada mimarlığın temsil araçlarını da kullanabiliyor olmak yaptığımız işlerin özgünlüğü ve farklılığı için önemli bir yerde duruyor.
- Yaratıcı işlerinizi Manuma Studio çatısı altında sürdürüyorsunuz. Bu yeni oluşumu ve güncel projelerinizi sizden dinlemek isteriz.
İç mimar bir arkadaşım “en güzel evlerin içinde yaşarken yavaş yavaş zamanla oluştuğunu” söylemişti bana. Manuma Studio da biraz bana böyle hissettiriyor.
Tam zamanlı mimarlık yaptığım dönemde freelance işlerimde uzun süre kendi adımı ve imzamı kullandım. Bunlar daha tekil ve öznel işlerdi, çoğunlukla illüstrasyondu. Daha sonra Erbil Algan ile birlikte bu illüstrasyonları ürünleştirmeye başladık ve bir süre edcraftstudio olarak devam ettik. Burada edcraftstudio’dan kısaca bahsetmek gerekirse; adı üstünde “craft”, yani daha çok el yapımı küçük üretimlerimizi, uğraşlarımızı paylaştığımız bir Instagram sayfasıydı. Yılda birkaç kez ürün üretiyor ve mimarlık-illüstrasyon seven küçük takipçi kitlemize sunuyorduk.
Zamanla bizim işlerimizin ölçeği büyümeye, çeşitlenmeye başladı. Başlangıçta Erbil (Algan), Hasan (Cem Safa Ece) ve ben üç kişi birlikte çalışıyorduk. Hepimizin mimar olmamızın yanında çeşitli ilgi alanları ve becerileri vardı. Bu çok farklı çeşitlilikte işlerin üstesinden gelebilmemize olanak sağladı. Tamamladığımız işler birikip de bunları yayınlamak istediğimiz zaman ise edcraftstudio ismiyle devam etmenin çok doğru olmayacağını düşündük. edcraftstudio “handmade” bir küçük Instagram işletmesi görünümündeyken biz işlerimizi daha formal bir biçimde sergilemek istiyorduk. O sıralarda Hasan’ı oyun sektörüne kaptırdık ve Erbil ile ben ikimiz yola devam ettik.
İşlerimiz bir avukatlık ofisinin kimliğini oluşturmaktan, müze mekânları için sergiler oluşturmaya, kitap tasarımından firmaların kurumsal etkinliklerinde performatif simultane çizim yapmaya ve sosyal medya içerikleri üretmeye kadar değişkenlik gösteriyor. Henüz bir fırsatını bulamamış olsak da tasarım dilimizi kullanabildiğimiz, tasarıma bakış açımızı yansıtan mimarlık işleri de yapmak istiyoruz. Hâl böyleyken tüm bu çeşitlilik ve çok renklilikten ilham alan bir ofis ismimizin olmasını istiyorduk. Dolayısıyla kendimiz için bir kimlik ihtiyacımız doğdu. Terzinin kendi söküğüyle olan ilişkisine benzer şekilde bu ihtiyacımızı karşılamakta bir miktar zorlandık.
Nihayetinde “Manuma Studio” olduk ve işlerimizi bu isim altında üretmeye devam ediyoruz. İsim nereden gelecek diye soracak olursanız; Latince adı “Ptilinopus perousii” olan İngilizcede “many-colored fruit dove” olarak geçen yerel halk dilinde ise (Samoa dili) manuma olarak bilinen çok renkli bir meyve güvercininden geliyor.
Fotoğrafını görür görmez adeta RGB renk çarkını andıran renkli tüyleri beni tavlamıştı. Hakkında okudukça incir, dut gibi meyvelere olan düşkünlüğüyle (beslenme şekli frugivore -meyveyle beslenen- olarak geçiyor) ağzının tadını biliyor olması, sıcak ama gölgelik yerleri tercih etmesiyle keyfine olan düşkünlüğü ona iyiden iyiye sempati duymamıza yetti.
Bizim de Manuma Studio olarak kendimize koyduğumuz öncelikli hedef bu çok renkli ve çeşitli üretimi, hayatı kaçırmadan keyifle çalışarak devam ettirebilmek.
Son olarak güncel işlerden bahsedecek olursak; geçtiğimiz haftalarda açılışı yapılan DEPO No.4 bir süredir masamızda olan bir projeydi. Konya’da 1935 yılında Tekel Binası olarak kullanılmaya başlanan ve 2023 yılında “DEPO No.4” ismiyle sanat galerisi, atölye ve kafe olarak yeniden işlevlendirilen yapının kurumsal kimlik, yönlendirme ve sergi tasarımlarını yaptık. Küçük bir bina olmasına karşın tabelasından aydınlatma ürünlerine kadar pek çok noktada yerine özel tasarımlar yapıldı ve uygulandı. Yapının restitüsyonu Yalın Mimarlık ve SCRA tarafından yapıldı, tüm süreçte de onlarla birlikte çalıştık ve sonuçta mimari konseptle uyumlu bir kimlik çalışması ortaya çıkardık. Açılış çok keyifli geçti, binaya ve bizim tasarımlarımıza olan ilgi ve geribildirimlerden oldukça memnunuz. Şu anda da DEPO No.4’ün sosyal medya tasarımları ve web sitesi üzerine çalışıyoruz.
Tasarımları tamamlanan ve üretim aşamasına geçilecek olan bir diğer proje, mimari projesini Yalın Mimarlık’ın yaptığı Manisa Kurtuluş Müzesi. Tamamen yığma tuğlayla inşa edilen, tamamlandığında ziyaretçilere oldukça ilginç bir deneyim yaşatma iddiasında olan ve Kurtuluş Savaşı dönemini Manisa odağında anlatan bu müzenin kurumsal kimlik ve sergi tasarımlarını yapmış olmaktan dolayı çok mutluyuz. Küratör Mimar Heval Zeliha Yüksel ve Yalın Mimarlık’la dirsek temasında geçen bir buçuk yılın sonunda tasarım çalışmalarını geçtiğimiz günlerde tamamladık.
Tasarım süreci uzun süredir devam eden ve sona yaklaştığımız 5 ciltlik bir yayın projesi ve Konya’da şantiyesi devam eden Velespit Müzesi ise diğer iki uzun soluklu projemiz. Bunların yanı sıra çeşitli etkinlikler ve kurumlar için illüstrasyonlar ve grafik tasarımlar yapmaya devam ediyoruz.
Siz de fikrinizi belirtin